14 Ağustos 2009 Cuma

kuyruklu yıldız(lar)

gecenin biri veya ikisi
işten çıkmıştım ve servisi kaçırmıştım
uzun bir yolu yürümek zorundaydım
bilmediğim sokaklarda görmeyen gözlerle gece karanlığında
yanımdan hızla geçen bin bir çeşit arabanın far ışıkları gözlerimi kamaştırırken yürüyordum. tanıdık bir tabela veya dükkan arıyordum
dönebileceğim bir köşe başı ya da
yoktu! ıssız yolda otostop çağrımı umursamayan arabalardan,
tabanı ezilmiş kundurama batan çakıl taşlarından,
su toplamış ayaklarımdan, açlıktan ezilmiş midemden,susuzluktan kurumuş damağımdan başka hiçbir bok yoktu o gece!
ve ben yol üstünde yorgunluktan bayılmamak için olanca gayretimle hareket ediyordum.
birkaç saat yürüdükten sonra ileride bir benzin istasyonun ışıklarını fark ettim
sonunda dedim yolu tarif edecek birilerini bulabileceğim bir yer!
bu heyecanla adımlarımı hızlandırdım
istasyonda, plastik bir sandalyede oturmuş kel bir herif vardı.
yanına yaklaşında ayağa kalktı ve "buyrun" dedi
gideceğim yeri sordum, nasıl gideceğimi falan
"bi kaç yüz metre ileride starling market tabelası var, ordan sola sap bi kaç yüz metre daha yürü önüne üç yol ayrımı çıkacak, işte orda sağa sap bi kaç yüz metre daha yürürsen gideceğin siteyi bulursun abi" dedi. sağ olsun...
"peki" dedim, "sağ ol"
birkaç adım attıktan sonra arkamı dönüp "bi bardak su var mı içecek?" diye sordum.
"valla şişe su tek var abi" dedi.
"neyse" dedim, "kolay gelsin" zira tek kuruş param yoktu.
tekrar yürümeye koyuldum; ama ayaklarım beni öldürecekti.
yol kenarında çöküp bi sigara yaktım.
hiç bitmeyecek gibi içtim
bitti...yola devam ettim.
açlık ve susuzluk artık çok umurumda değildi.
sadece uyumak istiyordum, ayaklarımı dinlendirmek...
aynen herifin dediği gibi market tabelasını gördüm.
hemen sola saptım.
bu girdiğin sokak az önceki ana caddeden daha karanlıktı.
iki yanımda uzanan bahçeli villaların köpekleri havlıyordu.
aldırış etmemeliydim.
ama beni fark eden köpek hemen havlamaya başlıyordu.
o köpekler için yapabileceğim bir şey yoktu.
yolumda gidiyordum sadece.
gözlerimi kısarak bakınca, karşıdan bi erkekle bi kadının geldiklerini gördüm.
el ele tutuşmuşlardı, ikisi de sarışındı.
ama tam emin değildim.
bulanık iki silüettiler benim için. giderek belirginleşiyorlardı.
iyice yaklaştıklarında yolun geri kalanını sormak için "pardon" dedim,"acaba..."
laf ağzımdayken herif ne dediğimi anlamaya çalışarak "sorry" diyince anladım durumu.
sadece turisttiler!
ben de "sorry" diyip uzaklaştım.
arkamdan mırıldandıklarını duydum.
tabi anlamadım ne dediklerini. belki küfür atıyordular bana.
neden olmasın
ingilizce bilmediğime kızdım biraz. fakat kızmam uzun sürmedi.
çünkü, bu yorgunluk üzerine böyle bir şey daha kaldırcak kuvvette değildim.
biraz daha yürüdükten sonra istasyondaki herifin "üç yol ayrımı" dediği yere geldim.
sağa saptım.
nihayet tanıdık bir sokağa girmiştim.
bundan sonrasını biliyordum.
sadece yürümem gerekiyordu.
tek sorun birkaç dakka daha ayağımdan dizlerime kadar vuran acıya dayanmaktı.
bu sokağın iki yanında da villalar dizilmişti.
önlerinde son model arabalar,limon ağaçları ve tabi ki köpekler!
bi villanın balkonunda gökyüzüne bakan yaşlı bir kadın gördüm.
kunduraların çıkardığı tak tak sesleri dikkatini çekmiş olacak ki aşağıya,
bana döndürdü kafasını.
kısa beyaz saçlı bi ihtiyardı.
gülümsedi ve eliyle gökyüzünü işaret edip "bak" dedi, "kuyruklu yıldız geçiyor"
baktım; ama cılız ışıklı bir iki küçük yıldızdan başka hirbir şey yoktu.
"göremedim" dedim. "aa baksana iki tane var hemde" dedi.
şaşkınlıkla tekrar dönüp baktım.
ama iki kuyruklu yıldızı bırak, doğru düzgün yıldız bile yoktu yukarıda.
hem iki kuyruklu yıldızın gökyüzünde aynı anda işi neydi?
böyle bi şey olabilir miydi ki? sanmam...
"göremiyor musun?" diye sordu heyecanla.
balkondan aşağı düşecek diye korktum.
"hayır göremiyorum" dedim, "gözlerim bozuk, ondan herhalde"
ihtiyar hala seyrederken "kuyruklu yıldızları" yorgun adımlarla uzaklaştım o villadan.
uyuyabileceğim bir çekyatın olduğu dairenin bulunduğu binayı gördüm.
gerçekten sevinmiştim.
hatta bu sevinçle bir anlığına ağrılarımı unuttum diyebilirim.
hemen binaya girip kendimi eve ayakkabılarla attım.
kanepeye yayıldım.
uzanır uzanmaz keskin bir acı ayak parmaklarımdan belime hücum etti.
kalkıp ayyakkabılarımı çıkardım. dolabı açtım.
dünden, ya da önceki günden kalma bir tencere çorba, bir iki yumurta
ve bir şişe su arasından seçimimi sudan yana kullandım.
kana kana içtim. soğuk su boş mideye inince sancı tuttu.
ama ayaklarımın ağrısı tartışmasız birinciydi!
ellerimi yüzümü yıkayıp tekrar uzandım kanepeye.
başımın altına ter kokan mavi minderi koyup gözlerimi kapattım.
dakikalarca kapalı tuttum.
parmaklarıma giren kramplar uykuya izin vermiyordu.
ağrı tüm şiddetiyle devam ederken aklıma birden, yıldızlarla kafayı bozmuş ihtiyar geldi.
kendi kendime güldüm.
gözlerim hala kapalıydı. açarsam bir daha uyuyamam, biliyordum.
kanepede döne döne uyudum
tuhaf bir akşamdı. yorgun ve yıldızsız bir gökyüzü güneşi bekliyordu.
hepsi bu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder