11 Eylül 2009 Cuma

Return of Bedbaht

Pencere kenarında oturmuştuk
O önümdeki sıradaydı
Yemekhanede bir şeyler zıkkımlanmış,
Arka bahçede sigarayla ciğerlerimize halay çektirmiştik
Sonrasında da biraz ısınabilmek için
Pervazlarından soğuk hava üfleyen pencerenin yanına
Sırf kalorifer peteklerine daha yakın olabilmek için oturmuştuk
Uğur önümdeydi,
Ellerini kalorifere yapıştırmış ısınmaya çalışırken
Siyah kablolarla kulağına akan bir müziği dinliyordu
Kafasını pencereye çevirmişti
Her ne kadar dışarıyı seyrediyor gibi görünse de gözlerinin gördüğü şey
Karla kaplı bir cadde ve inşaatlar, inşaatlar ve inşaatlar değildi!
Caddede zincirleme bir kaza olsa göz ucuyla bakamayacak kadar başka bir yerdeydi
Karanlık vardı zihninde
Sigarayla hücrelerini katlettiği bir beynin küçük bir yerinde sıkışmış bir labirentteydi
Özürlü bir labirent faresi olarak peynirini arıyordu
Ben kafamı önüme çekmiştim
Ara ara uğura sol yanından bakıyordum
Sonra titreyen parmaklarıma bakıyordum
Patlıcandan daha mor görünen tırnaklarıma bakıyordum
Yumruğumu sıkınca birkaç saniyeliğine kızaran ve yeniden moraran tırnaklarım vardı
Harbiden üşüyordum!
Uğur’a bakıyordum; kızarmış burnu ve kulakları vardı
O da üşüyordu muhakkak; ama farkında bile değildi
Sol tarafımda, benden, bizden bağımsız akan bir sınıf vardı
Kütürdeyen bir boyunla o tarafa döndüğümde
İçinde kahkaha patlatılan ağızlar görüyordum, dişlerini sergileyen
Rengi cıvıklaşmış göz bebekleri görüyordum
Görmek istemiyordum
Görüyordum!
Ve ben üşümek de istemiyordum ama üşüyordum
Uğur’un kendi karanlığında, çarptığı labirent duvarları vardı
Delikli peynirinin ekşi kokusu vardı
Yol tarifleri en az yemek tarifleri kadar işe yaramazdı
Çarparak öğrenebilirdik ancak
Patlayan bir kaş veya çiçek açan bir alınla
Karşımızda bir duvar olduğunu tüm gerçekliğiyle öğrenmiştik
Tüyolara gerek yoktu
Herkesin labirenti kendineydi
Ve ruhumuzla bedenimiz ittifak kuramadığı için karmaşık bir acı çekiyorduk
Ellerim ayaklarım morarırken,
Ruhum köz üstünden uzun bir yol yürüyordu
Sürünüyordu hatta
Ama tırnaklarım… Onlar hala mosmordu!
Uğur hala dışarıyı seyrediyordu(!)
İntihara sürüklerken intihardan alıkoyan müzikler akıyordu
Bazen tek kulaklığı ondan alıp ben de dinliyordum
Aynı sözler, aynı müzikler…
Başka başka yerlerde açtırabiliyordu gözlerimizi
Ve kimi zaman aynı yerde iki fareden farksızdık
Bedbaht fareler!
Uğur’un lakaptan dayısıydım
“dayı” derdi, “ben ne bedbaht bir adamım yav!”
Bu lafı her söylediğinde gülerdim, gülerdik
Kusarak çıkardığımız acı bir gülüştü, duman aralarında
Ve Uğur, giderek ısı kaybeden kaloriferi elleriyle hala taciz ediyordu
Kulaklıklarından taşan cızırtıları anlamaya çalıyordum
Beraber dinlemek için yine isteyebilirdim tekini;
Ama gittiği yerden onu çağırmam ayıp olurdu
Çarpmaktan sıkılınca dönmeliydi
Ya da delikli peynirini bulamayacağını anlayınca
Ya da yırtınarak bulduğu peynirin her deliğini yeşil küflerin doldurduğunu görünce
Ama dönerdi bir şekilde
Dönmeliydik çünkü
İki kat giydiğimiz çoraba rağmen ayak tabanlarımızı deşen
Oradan dizlerimize, dizlerimizden kıç kemiğimize fırlayan
Ve belden aşağımızı felç eden soğuğa rağmen dönmeliydik
İçtiğimiz sigaraların dandikliğine rağmen
Yaşadığımız hayatın etiketinde “made in china” yazmasına rağmen
Kanserlere rağmen, trafik kazalarına rağmen, sevgisizliğe rağmen
Havai fişeklere rağmen, dakikalara ve saniyelere rağmen
Solmuş tişörtlere ve her geçen gün daha da bollaşan pantolonlara rağmen
Hep acı gülüşler atıyor olmamıza rağmen
Acı ve yarım kalan gülüşler
Yarım kalan düşler gibi
Hayal kurmayı unutan hayalperestler gibi
Bakıp da göremeyişimiz
Görüp de anlayamayışımız
Anlasak bile elimizden bir bok gelemeyeceğini bilmemiz
Bir bok gelse bile atacak yer bulamadığımız için bok kokmamız!
Her şeye ve herkese rağmen dönmeliydik
Çünkü
Dünya bize rağmen hala dönebiliyorsa
Biz de ona rağmen dönmeliydik!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder