2 Ekim 2009 Cuma

ne beklenir ki başka

Bütün alelade kâbusların en klişe öğesi olan “karanlık bir sokak”taydım kendi kâbusumda. Sokak dardı ve çukurlarla doluydu. İki yanımda uzanan binaların pencerelerinin hiçbirinde zerre kadar ışık yoktu, dolunaydan yansıyan loş ışıktan başka. Örtülen beyaz perdeler her pencerede kıvrımlarına kadar aynı şekilde duruyordu. Binalar boktan bir dekor gibiydi. Perdeler sabitti, sokak sabitti, en çok da yürürken çarptığım taşlar sabitti. Zaman durmuştu bu sokakta. Ve tek yaşayan bendim sanki koca şehirde. Birini aradığımı hatırlıyorum. Ya da bir yerdi aradığım. Kendi evim olabilirdi. Evet, tanımadığım bir sokakta bana evimi tarif edebilecek bir tanıdıktı aradığım.
Loş ışıkta doğru dürüst önümü görmeden yürüyordum. Yürürken çıkardığım ayak sesleri sokağın karanlığında ağır ağır yankılanıyordu. Sokağın sonuna kadar yürüdüm. Çıkmaz sokaktı! Koca bir duvar vardı önünde. Ve sol tarafta küçük bir büfe vardı. Büfeyi sonra fark ettim. Önünde küçük bir ampul sallanarak yanıyordu. Birilerini bulabilme umuduyla büfeye girdim. Ama içeride kimse yoktu. Hatta tek bir eşya bile yoktu, bomboştu. Sadece kontörlü bir telefon gördüm tezgâhın üstünde. Babamı arayabilirdim bu telefonla. Bir şekilde yerimi tarif ederdim ve gelip beni alırdı buradan. Ahizeyi kaldırdım. Numarayı çevirmek için tuşlara yöneldim, ancak üçer üçer dizilmiş on iki tane tuşun üzerinde rakamlar yerine hiyerogliflere benzer şekiller vardı. Kafam iyice karışmıştı. Babamın cep telefonu numarasını düşündüm. Ama bu tuşların hangisi beni ona ulaştırırdı, bilmiyordum. Sonra, her bir tuşun normal düzendeki gibi bir sayıya karşılık gelebileceğini sanıp tuşlamaya başladım. Sıfır için en alt sıranın orta tuşuna, beş içinse ikinci sıranın orta tuşuna bastım. Ve bu şekilde uyduruk bir tahminle tuşladım bütün numarayı. Çalıyordu!
Bir iki kere çaldı. Ardından kesildi ve bir bant kaydı girdi devreye. Yumuşak ve ağdalı bir sesti bu. Çok geçmeden tanıdım. Telefondaki ses… Zeki Müren’den başkası değildi! Kafayı yemek üzereydim. Nasıl olurdu? O herif yıllar evvel ölmemiş miydi?
O ağır ses tonuyla konuşmaya başladı:
“aradığınız numara çok saçma bir numaradır beyefendi. Ve sakın bir daha aramayın!” dedi ve kayıt kesildi. Bağırmıştı bana. Zeki Müren. Hem de bant kaydında.
Saçma olan numara değil, bu sokaktı! Ne tür bir kâbustu bu. Ahizeyi şaşkınlıkla indirdim. Sağıma baktım. Az önce duvarlarla örülü olan sokağın sonunda bembeyaz bir ışık parlıyordu. Dar sokağı daha da daraltmış dekor binalardan bana doğru yansıyordu. Yavaş yavaş yürümeye başladım ışığa doğru. Karanlık giderek azalıyordu. Işığın sonunda tanıdık birini bulabilecek miyim düşüncesi kafamdaki en hâkim şeydi. Az önceki “Zeki Müren” şokundan eser kalmamıştı. Ve ben yaklaştıkça ışığa, her şey giderek tanıdıklaşıyordu bana.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder