27 Ekim 2009 Salı

günaydın

Sırtını Günaydın Market’in paslı kepenklerine yasladığında güneşin doğmasına henüz iki saat vardı. Yaz aylarından biriydi ve bu aylarda güneş beşten önce doğmayı kabul etmezdi. Sonbahara yaklaştıkça daha geç uyanacaktı güneş. Daha erken yorulup tekrar batacaktı. Kışın, hiç doğmayacağı günler bile olacaktı hatta. Yukarda bir yerlerde güneş dolanacaksa şayet, bu kez karamsar bulutlar izin vermeyecekti görünmesine. Soğuk olacaktı. Kar yağacaktı belki de. Ama şimdilik ılık bir hava hâkimdi sokağa. Yumuşak bir esinti, parmakları arasından sarkan sigaranın közünü kızartıyordu. Tırnakları uzamıştı. Sakalları da öyle. Uzun bir yolu koşarak gelmişti buraya. Her şeyden kurtulduğunu zannedene kadar durmamıştı. Tekrar koşması gerekene kadar ki gerekecekti, nefesleniyordu güya. Terleyerek, terlediği kadar üşüyerek ve kalbinin hızına ayak uydurmaya çalışıp sigarasından nefesler alarak. Sokak sessizdi. Şehir de öyle. Ama çok değil, üç-dört saat sonra her günkü, her haftaki ve her yılki sonu kestirilemeyen curcuna yorulmadan devam edecekti. Hayli yoracak ama yorulmayacaktı. Daha serin bir uyku için balkonda yatan mahalle sakinleri, büyük bir gürültüyle açılan kepenklerin o kulak tırmalayan sesine uyanınca başlayacaktı parti! Ama şimdi… ama şimdi kendi soluk sesini, mide gurultusunu, sigarasının köz cızırtısını duyabilecek kadar sessizdi her şey. Kendi curcunası, kendi gürültüsü…
Varacağı yeri kestiremiyordu ama. Zihni durmuş, gözleri kararmıştı. Hemen tıkanan bir akciğer, dökülen siyah saçlar, dökülmeyen beyaz saçlar, organ sancıları, ruh sancıları ihtiyarlık belirtisiyse eğer çoktan ihtiyarlamıştı. Ama hala koşması gereken çok ama çok ve çok uzun bir yolu varken nefessiz kalmıştı, atletinin terden ıslanmış sırt kısmına pas bulaşmıştı, sigarası bitmişti, vakit daralmıştı. Güneş doğacak; sokaklar, arabalar ve saatler gibi birçok şey yutmaya başlayacaktı onu ve diğer birçok şeyi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder